Muhammet İSPİRLİ

Muhammet İSPİRLİ

[email protected]

PR'CİLERİN SONU

08 Aralık 2014 - 17:55

PR, public relations’ın kısaltılmışı...

Bir işletme ile hedef kitle arasında karşılıklı iletişimi, anlayışı, oluşturmaya ve sürdürmeye yardımcı olan ayrıcalıklı bir yönetim görevi.

Kuruluş yöneticilerinin programlarını uygulayabilmek, hem kuruluş hem de halka hizmet verebilmek için eğilimleri, istekleri analiz etmek ve sonuçlarını tahmin etmeye yönelik sosyal bilim ve sanattır.

Tanımlama doğru, çağdaş bir olgu ve sosyal bilim sanatı da, ancak bazı kişiler nedense bu sanatı zanaat perspektifiyle sadece reklam penceresinden görüyor, kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor, sonuç ise binlerce insanın mağduriyeti ve çözümsüzlük...

Ziya Paşa’nın çok güzel bir sözüdür; Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, Şahsın görünür rütbe-i eserinde.

Yani bir insan hakkında herhangi bir yargıda bulunmak için söylediği sözlere değil, yaptığı işlere bakmak lazım.

Haftalık yazımı dikte ettiğim dakikalarda Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nden  gece geç saatlerde gelen bomba gibi açıklama, konu içeriğini de bütünleştirdi.

Bu yüzden PR üzerinde durmaya çalıştım...

Şöyle ki;

kalem döner

uç döner

gün olur

devran döner

türevi daha çok sevdiğim yan yana dizilmiş kelimeler bütünü olsa gerek.

Aslı, “dönüşüm muhteşem olacak”... gibi ucuz “keser” le dönüyor da; Ezikliğin biraz daha aristokrat biçimi olduğu için bunu değil de kalemi yeğledim.

3 yıl 4 ay önce, halka hizmeti hakka hizmet şiarıyla halkın güçlü iradesi sonucu iktidar emanet edenlerin gücüyle kuruma baş olan bir vatandaş, adeta bakkal dükkânına girer gibi camları, kalpleri kırdı kırdırdı ve müthiş bir gözdağı ile koltuğa oturdu.

Yukarıdaki alt üst yan koltuk sahipleri kısa sürede değişmişti.

Tek engel, yıllardır kafasını kum sokmuş sendika idi. Bu durum bizim de hoşumuza gitmiyordu. Usta bir manevra yöntemiyle, iktidardan renk vermiş ben gibileri de kullanarak sendikayı da hallettikten sonra ardı çorap söküğü gibi geldi.

Bu süreçte sendikayla yaşanan polemikte, kamuoyunun önüne atılan en büyük malzeme, kurum çalışanlarına, emekli olacaklara ödenecek paranın meblağı idi...

Büyük kentler ya da bu sektörü bilenler için o kadar ahım şahım olmasa bile, avamda, Anadolu’nun bir köşesinde çalışanlar için hakikaten büyük rakamlardı.

Hele birilerinin gözleri fal taşı gibi olmuştu.

Yıllardır arkadaşım, dostum zannettiğim, toplasan beş bile etmez bu  kişiler için ciddi bir fırsat doğmuştu.

Hemen burnumun dibinde yüzüme gülüp arkamdan her türlü pisliği yapan kendileri gibi bir iki kişiden benim mahremim bodrom, alacağım maaş gibi rakamları da elde eden bu zavallılar, “Burası Muz Cumhuriyeti mi?” sözde devleti koruyucu edasıyla milli piyango vurmuş gibi, eşimi ve çocuklarımı da edepsizce işin içine katarak her türlü yalan, iftira ve 3 yıl sonra da olsa aynen  iade ettiğim ahlaksızca sıfatlarla beni lanse ettiler.

Tekzip verdim zamanında yayımlamadılar, bunun üzerine dava açtım.

Hakaret ve tazminat davalarını da açıyordum ki, yaşça benden küçük ama saygı ve hemşehrlilik saygısıyla her zaman “abla” diye hitap ettiğim Sayın Vekil  Fazilet Çığlık Dağcı’nın ricasıyla bu davalarımı avukatımdan geri aldım.

Her ne kadar hakime hanımın huzurunda “Efendim Biz Muhammet Bey’i kast etmedik” dense de, kamuoyuna verilen mesaj ve yorumlar malumdur.

Aslında bu bir cevap değil, kurumla olan hukuki durumdan dolayı fazla detaya girmeden içimde kalan bir arkadaş darbesinin acısı...

Hukuki süreç devam ediyor, her an farklı bir sonuç da çıkabilir.

Asıl mesele, beni bu duruma düşüren tepedeki şahsın kuruma gelişi ve gidişiyle yaptığı göz boyayıcı PR’ler...

Ben çalıştığım kuruma Bölge Müdürü olarak görevlendirmem sonucunda, Valilik, Belediye ve Adliye binalarının mevcut yere taşınmasıyla yakın olmamız için bin TL kârla kurumun yaklaşık 200 bin TL’lik mülk kazanım sürecini  AK Parti’nin eski il Başkanı Murat Kılıç çok iyi bilir.

Büroyu açar açmaz da, hemen girişte oluşturduğum, kurumun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz ifadesi, Gençliğe Hitabe, Nutuk, Koca Türk Bayrağı ve kurumun flamasının ayrı bir hikayesi de var.

Ancak tepedeki şahıs Erzurum’u ziyaretinden sonra bu objeler hoşuna gitmemiş olacak ki ustaca beni mobingle emekliliğe zorlamasının ardından, defterimi dürüp ayrılmamdan sonra, kurumun bu mülkünü kiraya verdi, oluşturulan Atatürk köşesini yerle bir etti ve şehrin dar sokaklarında Karadayı iş merkezine kurumu kiraya taşıdı.

Fırsatla beni yazan böyük gasteciler için bunun hiçbir sorgulama haber değeri yoktu tabii.

Kurum genel durum itibarıyla yeniden yapılanmaya girdi... Kurumsal yapılanma, yıllardır ihmal edilen yurt dışı açılımların bazılarında doğru işler yapıldı, ancak yurt içindeki yapılanma ve habercilikte ise ciddi hatalar yapılıyordu.

Kurum imkanları kullanılarak ve özellikle sosyal medyadan yapılan paylaşımlı PR’ler hataları öylece örtüyordu.

Personelin işi gücü sosyal medyada bir numaradan sitayişle bahsetme göreviydi. Sayın Bey, her ne kadar “prensipleri...” ni bahane ederek ayrıldığını iddia etse de, timsah gözyaşlarıyla ağlamaklı ayrılığın arkasında yanlış yönetim mi, teftiş kurulu raporları mı, yüksek yargıda ipucu bekleyen kazanılmış yüzlerce dava dosyasının getirisi mi var bunları göreceğiz.

Ama bir gerçek daha var ki;

Ayrılış sürecinde twitter’den yapılan bir paylaşım; “... sakın Rabia Meydanı’nı unutmayın. .... o meydanda doğdu.

Nokta nokta koyduğum kurumun ne şartlarda doğduğunu dünya tarihi biliyor...

PR’ın da bu kadarı; bari bırakın da şüheda rahat uyusun!

Gelelim ikinci konuya.

Erzurum’daki New City sorunu...

Milliyetçi, muhafazakâr bildiğimiz bu şehirde yabancı da olsa bu kelime başarılı PR çalışmasının ürünüydü.

Kim ne derse desin, arkadaş markayı oturttu.

Sekmen’in göreve gelmesi sonucu ise yaşananlar malum...

Görünen binkırk aile, Sayın Sekmen’in ifadesiyle binlerce aile mağdur...

Açıklamalara, ifadelere bakılırsa sorun aslında son bir iki yılın değil yılların sorunu...

Sorumlular ise Karadayı’nın inşaat yaptığı tüm belediyeler ve dönemin başkan ve yetkilileri...

Yaptığı PR çalışmasıyla ilin Emniyet Müdürünü bile sosyal medyada toplumsal ve sosyal sorumluluk adına işin içine çekmeyi başaran Karadayı, 5 Aralık’ta yaptığı, “Büyükşehir Belediyesi” ile anlaşıldı PR’li açıklamasına vakit geçmeden gece geç saatlerde ilgili kurumun imzasıyla yalanlama ve açıklama geldi.

Sitemizde yer alan (http://www.alo25.com/gundem/-h21099.html) bu açıklamaya göre, “Belediye ile yapılmış hiçbir anlaşma yoktur, .. Hukuk çerçevesinde icrası için gerekli hassasiyet taşınmaktadır...” denildi.

Aradan bir gün geçti ve Sayın Sekmen, Kardelen TV’de Erzurumla ilgili yaptıkları ve yapacakları çalışmaları ile gölgede bırakacak gündemin sorusu yanıtlamaları geldi.

Altını çizdiğim ara başlıklarla özetle şunları söyledi Sayın Sekmen:

-Çat yolunda, Rabia Hatun’da, Veyis Efendi hep aynı hatalar yapılmış

-Biz bu arkadaşla kaç kez bir araya geldik; Her çıkışında ayrı bir yalan uydurdu

-Söz verdi, kandırdı

-Yalan yanlış ne varsa vatandaşı kandırarak dedikodu çıkarttı

-Müdahale etmeseydik mağdur sayısı bin değil beşbin olacaktı

-Babası geldi, konuştuk, durumu gördü ve  hakkını helal et!, Sen yapacağını yaptın...” dedi.

-Kendi gücünü göstermek için bilmem ne holdingi? Ne holdingi be... Nerede bunun kaydı, arkadaşlar nerede bu holding?

-Vatandaş derhal mahkemeye koşsun, tapu iptal davası açsın...

Evet konu hakikaten ciddiydi... Sayın Sekmen bunları ifade ederken, gazeteci refleksi ile aracıma atlayıp Kardelen TV’ye gittim.

TV binasının önü polis kaynıyordu, mağdurlar ve arasında başka insanlar arasında sigara dumanları tandır bacasını andırıyordu.

Güç bela içeriye girebildim.

Program bitmiş, Sekmen içeride mağdurlar adına grup temsilcileriyle görüşüyordu.

Bir zatı muhteremin  izniyle de içeriye girebildim.

Telefonumu sessize aldım, şüphelenen zatı muhterem, “siz kayıt yapamazsınız” yanılgısına telefonu uzattım, durumu anladı ama basın müdürü şeref Bey’in bile sessiz kalması  beni üzmüştü...

Her neyse, televizyonun teknik ve içerik dahil genel yayın durumundan kimlerin elinde olduğu belliydi...

Ses kaydına ihtiyacım yoktu zaten etik de değil ve ben bunu da yapmam...

Durum ortadaydı...

Mağdurlar dakikalarca dil döktüler...

Karadayı’nın Başbakan’la fotoğrafları, Aşkale Çimento ile görüntüleri, AK Parti’ye yakın duruşları vs. vatandaşın kandığı görsel PR örneklerini oluşturuyordu.

Ama sonuç...

Sekmen’in o an yapacağı hiçbir yoktu. Kendisinin seçilmiş bir memur olduğunun altını çiziyor, bunun uzun yıllara sair olduğuna dikkat çekiyor, deprem kuşağının endişelerini dile getiriyor ve  her defasında mahkeme yolunu gösteriyordu...

Oğlunun küçücük evine sığınmış bir teyzenin, evlenme hazırlığındaki gencin ağlamaklı sesi benim de gözlerimi yaşa boğdu...

Suçlu kimdi, kimlerdi?

Durum gerçekten dramatikti...

Keşke Sayın Sekmen, “Arkadaş tamam, yarın borçlar yatırılsın, gerekli zemin ve inşaat  etüdler yapılsın ve derhal inşaat başlasın!” diyebilmesini ben de çok istedim...

Ama yurtdışında inşaat yapan bir işadamının burada yapılan binalar hakkındaki söylemlerini aktaran Sekmen’in bu ifadeleri işi daha da çıkmaza sokuyordu...

Demek ki ayinesi sadece PR değil, aynası babasının da bizlerin de dal olması gereken iş olmalı insanın...

Birinci konu, milli bir ajans adına yüce Türkiye Cumhuriyeti Devleti için, ikinci konu Erzurum için oldukça önemli...

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum