AHMET TEK

AHMET TEK

TEK TEK
[email protected]

Eylül Düşünceleri Dünyada İki Yüzlülüğü Bilen Tek Canlı: İnsan

20 Eylül 2025 - 00:30

Eylül, herkesin hayatında bir hikâye: Kimine uzun, kimine kısa. Eylül, bir ömrün hüzün ve yalnızlıkla örülmüş durağı. Sonbaharın uç beyi, ayların kızıl zengini, bereketlisi, olgunu.

Eylül, nasıl isterseniz o hâl üzere kapınıza gelen bir mülayim aydır. Sararıp dökülmeye başlayan yapraklarla, uzun gecelerle gelir. Yanına yol arkadaşı olarak rüzgârı, yağmuru ve gri bulutları alır. Altın renkli günler, güz kokusu, serinlik ve esinti eylülün kostümüdür.

Eylül cömerttir: Eli boş gelmez. Benim eylülüm bana çay ve kitaplarla gelir. Ruh hâlimi bilir. Bazen melankoli, ezgi ve şiirle çıkagelir.

Eylül, biraz yaz, biraz sonbahardır. İki yüzlülük, riyakârlık sanmayın; zenginliğindendir. Dünyada iki yüzlülük ve riyakârlık sadece insana özgüdür.

İnsanın dengi vardır. İnsan anladığı ve anlaşıldığı insanla çiçek açar. Ya mevsimler, aylar, günler? Onlar öylece geçip giden zaman dilimleri mi? Eylülün de seçtiği, takıldığı insanlar olur. Her şey dengini bulur. 

Benim dengim eylül. Eylül beni seçmiş. Ben de ayak uydurdum, eyvallah dedim. Biz birbirimize denk düştük. Üç yüz altmış beş günün otuzunda beraberiz. 

Eylül, sevincimi ve neşemi hüzünle dengeler, dinginleştirir. Rotamı deniz kenarından kimi kez kırsala kimi kez sokaklara çevirtir. Eylülle denk düşmekten çok mutluyum. 

Bugün hafta sonu, 2025’in Eylül ayının üçüncü cuması. Terasta kitap okuyorum. Karşımda orman, üstümde kocaman gökyüzü. Gökyüzü eylülleşmiş.

Gökyüzünün batısında ormanın üzerinde kurşuni dev bulutlar, bir şemsiye gibi uzanmış, İncek’ten başlayıp Çankaya’yı geçiyor. Şemsiyenin bir ucu Elmadağ ve İdris Dağı tepelerine uzanıyor. 

Gün batımını izliyorum. Kurşuni bulut kümelerinin içine güneş dev fırçasını daldırıyor ve fırçanın ulaştığı yerler kızıla dönüşüyor. 

Tam bu sırada bulut yığınlarının ortasında bir gedik açıldı. Bir sihirli el, saniyeler içinde çukur kazdı. Ya da obruk oluştu demek daha doğru. Ortaya derin bir göl çıktı. Masmavi suyla dolu bir derin göl. Derin göl genişledi, büyük bir mavi göle dönüştü. Biyomimikri kavramını hatırladım. Doğadan gelen ilham: Biyomimikri’yi…

Ankara’nın kuzeyinde gökdelenler dağ silsilesini bir çit gibi gölgeliyor. Dikmen sırtlarında, Cevizlidere taraflarında bir caminin iki minaresi ve kubbesi altın tozuna boyanıyor. Gün batımının kızıllığı, kurşuni bulutlara diş geçirmeyi başarıyor. Ankara’nın ayaz gecelerinin öncüsü olduğunu bildiğim sert rüzgâr esiyor. 

Sergei Rachmaninoff’un Op: 34, No: 34’ünü çello sanatçısı Nikolaj Znaider seslendiriyor. Müziğin ilâhi bir yanı olmalı. Beni gün batımının bir parçasına dönüştürüyor. Gökyüzüne kanatlandırıyor. 

Günler kısaldı. Saat 19.00’a 10 kala, bulutlar iyice karardı. Son kızıllık beş dakika çırpındıktan sonra ODTÜ ormanlarının ardında kayboldu. Ve Ankara, duman renkli dev bulutlar altında eylül akşamlarından en güzelini bağrına bastı.

Gökdelenlerin ışıkları, neonlar kendini gösterdi. Yıldırım, Işık ve Aydos dağı uzantılarının çevrelediği kuzeybatı yönünde bulutlar dağların örtüsü olmak yerine onların yukarıya yansıyan gölgelerine dönüştü.

Gökyüzü: Bir büyük sığınak. Gökyüzünün her an rengi değişen devasa gözleriyle kalbimizin derinliğini gördüğüne inanırım. O gözler beni dinginleştirir. Hele eylül akşamları…

Eylül, sonbaharı yine getirdi. Ankara’ya sonbahar geldi. Bağdaş kurup oturana da, koşmaktan soluğu kesilene de… Kimseden yardım istemeden, beklentisiz. 

Eylülden dilek dilenseydi “Düşler Sokağı” şarkısındaki şu nakaratı dilerdim: 
Yağmur yağsa, uykum kaçsa, /
yağmur yağsa badi parmağıma, /
ağlardım bir başıma…

Allah sizleri denginiz aylarla denk düşürsün.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum