Vedat Refayeli

Vedat Refayeli


Benim Çalıntı Manşetim!

06 Mart 2013 - 18:40

Siyaset ağırlıklı ülke gündemine ilişkin yazanlar ve yazılanlar maşallah çok, hepiniz biliyorsunuz. Genelde buradan yerel mevzuları kaleme alıyor ve mini anılarla da süsleyip-püsleyip öyle sizlerin huzurunuza çıkarıyorum. Bugün de öyle yapacağım ama ülkenin gündeminde yeralan bir konuyu ana başlık yaparaktan. Meşhur İmralı mevzusundan! İmralı mevzusu derken, görüşmeleri değil! O malum görüşmenin Basına ‘sızdırılan’ ve Başbakan’ın da ‘celallenmesi’ne sebebiyet veren tutanaklar ile ilgili! Başbakanın, ‘son derece hassas’iyet arzeden bu konuda kızgınlığını doğrudur, yanlıştır diye bir tartışmanın içinde sokacak şekilde bu topa girmek niyetinde değilim ama Basının bu tür haberlere öteden beri hep ‘balıklama atladığına’ dikkat çekeceğim. Hele de ciddi konularda gazetelerde belgi ve belge yayınlanması, basında yadırganacak bir şey değil, hatta alışılagelmiş bir şeydir de. İşte o İmralı işi de ne ilk olacak, ne de son!   Mecliste bugün dahi o konudaki karşılıklı söz düelloları devam ede dursun, benim o dönem ‘arakladığım’, kamuoyuna yansıttığım bir belgeyi ifşa ve itiraf ediyorum! Biraz geç de olsa!
 
 
***
Her zaman çok önemsediğim ‘oy’umun ilkini Anayasa için kullanma şerefine erdiğim ve Muhabirliğe yeni başladığım yıllardı. 80 ihtilalinin ‘derin’ izlerinin yaşandığı Erzurum’da da, olağanüstü hal uygulamasının devam ettiği günlerdi. Telefon açılan Kolordu’ya, işi gücü bırakıp hemen gidilen ve verilen metnin ‘tek bir harfinin dahi değiştirilmeden’ hemen yayınlandığı günler! Şimdi ‘soba boruları’nı andıran kar ve yağmur sularını akıtmak için binanın dört bir tarafına sarkıtılan o ‘hilkat garibesi’ borular ile donatılmış Bölge İdare Mahkemesi’ne tahsis edilen eski Hükümet Konağı’nın 2. katındaki Yazı İşleri Kalemi’ndeydim! ‘Tıfıl’ bir muhabir olarak haber peşinde koşan ben, Yazı İşleri Servisi  Şefi rahmetli Selami Uludağ’ın yanındayım. Memur ve memureler ile aynı odada oturan Selami ağabeyi ile sohbet ederken, bir anda gözüm masasında bir evrağa takılıyor!!!
 
 
 
***
Biraz da sırf ‘haber olsunun’, gazetede ‘yayınlansının’ heyecanıyla Selami ağabeyiyi bir ‘punduna’ getirerek masadaki ‘İçişleri Bakanlığı’ damgalı bir evrağa elimi uzatıyorum. Evrağın altına bakıyorum, dönemin İçişleri Bakanı  Selahattin Çetiner’in imzası var. O dönem başta Bülent Ersoy olmak üzere ‘kadın kılığına giren erkeklerin sahneye çıkmasını yasaklamasıyla’ da tanınan asker kökenli Çetiner imzalı bu evrağın konusu, dün gibi aklımdadır. Bu evrak ‘Trafik Genelgesi’ydi ve öngörülen bazı uygulama ve yasakları içeriyordu. Yazılanları bir bir not almanın zor olacağını hesap eden ben, bu işi ‘kestirmeden’ halletmeyi düşündüm ve öyle de yaptım. İki sahifelik evrağı, masadan aldığım gibi çantama koydum! Çanta derken öyle böyle değil. Bizim İsmail Uslu’nun dediği gibi, bavul! Koy koyabildiğin kadar!
 
 
 
***
Daha sonra, bugün emekli olan eşimin de uzun yıllar aynı odada şefliğini yapan Selami ağabeyiyi bir şekilde ‘ekarte’ ettikten sonra çalıştığım Milletin Sesi Gazetesi’ne gittim. Sanki büyük bir habermiş gibi Bakanın Karayolları Genelgesini haber yaptım, gazeteye hem de manşet ettim! Aslında ‘Türk Basınında ilk defa’ o genelgeyi ben kamuoyuna duyuruyordum ama duyanlar sadece 100 kadar resmi daire ile çalışanlarıydı! Sakın küçümsemeyin. O zamanlar 100 traj da hatırı sayılır bir trajdı! Hey gidi hey! Bir mahalli gazete olmasına rağmen imzalı haberin çıktığında ‘bir Erzurum’un seni tanıdığı hissine kapıldığı’, o güzelim günler!
 
 
 
***
Evrağın işi artık bitmişti ve bir şekilde alındığı ‘masaya tekrar konulması’ gerekiyordu! Ama bunu yapmak için öncelikle o haberin Selami ağabeyi tarafından okunmamış olması şarttı! Peki bu nasıl belli olacaktı? Ertesi gün çaresiz biraz da ürkek adımlarla Hükümet Konağına doğru yola çıktım. Üst kata çıkan merdivenleri tırmandıktan sonra Yazı İşleri Kalemi’nin önüne geldim. Bırakacağım evrak, çantamda(pardon) bavulumdaydı! Aslında üzerimde ‘resmi evrak’ taşıdığım için de inanılmaz bir huzursuzluk içindeydim. Bir yolunu bulup Selami ağabeyinin olmadığı bir esnada odaya girip evrağı masasının üstüne bırakmalıydım! Az sonra başımı içeri uzattığımda ağabeyimizin odada olmadığını görüyor ve sakin adımlarla masasına doğru yöneliyordum. Herşey düşündüğüm gibi gerçekleşiyordu. Bir şekilde yaklaştığım masanın üzerine evrağı bırakıp, yine sakin bir şekilde odayı terkediyordum. Yaşasın’dı! Büyük bir yük omuzumdan kalkıyor, en azından Selami ağabeyi ve Servis çalışanlarını, kaybolan bir evrak yüzünden büyük bir sıkıntıdan kurtarıyordumdu! Zaten bu sıkıntıdan kurtuluşumu da en azından servistekilerin gazeteyi okumamalarına borçlu olduğumu da biliyordum! Zira, gören çalışanların bana ilgisiz davranmaları, gazetede yazılan haberi okumadıklarını ortaya koyuyordu! Demek ki neymiş. En ‘bomba’ haber, sadece ‘okunan’ değil, ‘okunmayan’ haber de oluyormuş!
 
 
 
***
Yıllar sonraydı, Selami ağabeyiye bu itirafta bulunduğumda, ”Ben bir hafta hiç o evrağın kaybolduğunu farketmemiştim. Ama haber yayınlandıktan bir hafta sonra tedasüfen Pötür’ün (O zamanki Basın Müdürü Abdurrahim Pötür’ü kastediyor) odasında görünce, ‘Vay hergele! Yanımda oturmuş, evrakta ne var ne yok yazmış, sonra gazeteye vermiş’ diye düşündüm. Hiç evrağı götürmüşlüğün aklıma dahi gelmedi. O yüzden de daha bir şey demedim. Ama sen ondan sonra odaya gelirken çok dikkatli olurdum. Çalışanlara da ‘Bu çocuk gelirken dikkatli olun! Masaların üzerinde sakın Gizli belge bulundurmayın’diye uyarmıştım ve nişanlanıp evlendiğin zaman da eşin bile sana karşı bu konuda çok dikkatli olurdu!” diye konuşmuştu. Bu olaydan bir kaç yıl sonra tesadüfen aynı yerde tanıştığım ve evlendiğim eşimden sonra bıraktığım belge araklama işi, inanın ilk ve son işimdi! Gerek Selami ağabeyinin o günki uyarıları ve gerekse eşimin öylesine hassas bir yerde çalışıyor olmasından sonra, haber için o tür işler aklımın dahi ucundan geçmedi. Nur içinde yatsın. Her gördüğünde yüzüme genelge çaldığımı söyleye söyleye beni ‘beyhuzur’ eden Selami ağabeyi Süper adamdı.  Dua istedi. Bu vesileyle o dönemin Yazı İşleri Müdürü Servet Çöğender amcayı da burada rahmetle anıyorum.
 
 
 
***
Bu arada, iyiler yine birer birer gidiyor. Cemil Durak’tan sonra Erzurum bir beyefendisini, Orhan Kurukahvecioğlu’nu da kaybetti. Ekmeği yiyilecek, çayı içilecek adam ve çok iyi bir ‘dost’ olarak tanıdığım Kurukahvecioğlu’na rahmet, kederli ailesine de başsağlığı diliyorum. Her iki ağabeyim de nur içinde yatsınlar.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum